26 Ağustos 2020 Çarşamba

Oyun, Oynaş

Serdettiğiniz fikirler, "laf" ola beri gele nevîinden.

Yaşınız, umum beşerin kemâl yaşını beklemeye (ki kırktır), tecrûbeniz ve dahi fikriyâtınız ile içinize konmuş o, herkese verilmeyen hassâ bu "laf"ları hâlâ ediyor oluşunuzu bir kusur eyliyor.

Sizin başlayacağınız ve biteceğiniz yer; anneannenizin size ısrarla işâret buyurduğu yerdir: "Ya orada, ya burada." Ki bunun bir evvelini de size demiş idi. Ve dahi, el fakîr size bununla ilgili bir mâlûmatı yazmak için epey ter dökmüş idik.

Büyük, çok büyük bir yanılgının hayâlinden bulanık ve dibine değin yanlış bir görüştesiniz. Ki bu şikâyet değerlendirmeleri hemen her zaman devâm ediyor idi fakat ses etmiyorduk.

Bir kitabı kaç def'â okuyorsunuz? Gençlik, orta yaş ve ihtiyarlık klasiği sizi aşar ve bilirim daha bu günden bir kaç kez okyup ince tedkîk ettiğiniz eserler var. Kendinize, ehlinize ve insanlığa lutfediniz ve hem kendi yazılarınızı dâim zihinde tutmaya hem size söylenenleri de öyle yapmaya götürecek okumalarınız ola.


Hangi paragrafı alalım ki buraya tenkîd için? Doğru satır yok. Haa, elbet tespitlerin ekserîi el hak, isâbetli. Fakat tahliller, yargılar, hükümler külliyen yanlış, ümitler, tahminler ve dahi beklentiler zanlarınızdan ya da içi, altı, üstü boş kuruntulardan ibâret.


Edebiyat böyle bir şey işte; bir laf edersiniz, içinde onca mefhum bulunur:Tespit, tahlil, yargı, hüküm, beklenti, zan, kuruntu ve sâire. Yazmak kolaydır, düşünmek de öyle. Hele sizin gibi, "tabi'ati tefekkûr" edilmiş biri için her ân tefekkür, tahlîl vb. Kendimden bilirim. Ki bilmezsiniz, bu aslî mes'ûliyetinizdir, ve bundan sorulacaksınız. Lâkin iş bunlar değil, doğru düşünebilmeyi bilmektir.


Eğer edebiyâtın "edeb" kökünden nasıl ve nîçin türediğini, "gâvur"ların "literature"undan ne farkı bulunduğunu bilseniz (fark demeyelim çünkü biri elma diğeri armut. Gâvurunki "mış" gibi yapmak. Edebiyat olaydı geçen geceki filmde önümüze serilen çürümüşlük olmazdı. Ki bizde vâr idi, fehhem, biz dahi çürüdük. ÇÜRÜDÜK: Sâdece çöpe atarsınız çürüyeni.)...


Parantez, parantez. Cümle içi cümleler... Yüzünüze denecek şeyler bunlar. O da aslında ancak görerek olur. Kendinize "göreceğiniz bir rehber, yol gösteren, mürşid, dost her neyse birini bulun ve seyredin. İsterse aramızda olmasın. Gerçi nefes almayan mürşid olmaz ya. Gerçi bu işin adı irşâd ya. Neden irşâd? Kökü ne bu kelimenin? Niye tedrîsât, eğitim, şu, bu hattâ sonrası için irfan, maârif falan değil de irşad?


Edebiyâtı anlasaydınız, siz "olmadan", kimseyi olduramayacağınızı ve meslek sandığınız şeyin koca bir yanılgı olduğunu bilseydiniz, aslolanın o, dersi kesip o çocukları götürdüğünüz iklimlerde iken yaptıklarınız, onların her dâim sizde gördüğü kişilik olduğunu ârif bulunsaydınız, ve dahi "zanlarınızın" aksine muhtâc olan kesimin deniz görmeyenler değil, o ara tatillerde dûnyâ dolaşanlar, işte o tam karşınızdakiler bulunduğunu bileydiniz... Ne yâni, Hak Teâlâ'nın deniz göstermediği, aç yaşayan, ilkel tanımladığımız şu bu kesimler sizce gerçekten muhtâç mı? Onların size, sizin "eğitiminize" muhtâciyetini nereden "uydurdunuz"?

"Her "şey""i bileceksin 'azîzim, her "şey"i. Ve bunu ancak "olduğunda" verebileceksin. Ve bunu o "kendince" keşfettiğin usullerle yapamazsın. Ahâlînin dîger eşhâsına kıyâsen nâsa faydalı bulunuyor ve bu vechinizle hadîse uygunlukla hesaptan yırtıyorsunuz. Anneannenizin murâdıyla bir kurtulmuşluğunuz var, sizden değil ve daha ötesi de değil. Ama kendinizi bir "şey" sanmayın.


Eşyâya bakışınızı yenilememekte olduğunuzu farkediyor, "laf"  ettikçe asabiyete dönüşüyor.

Yazınızda nelerin nasıl yanlış olduğunu tefekkürünüzden sonraya bırakalım.


Âdem, ki hazrettir ve selâma layıktır, selâm ola, bu varlık sâhasına geldiğinde ne idiyse siz de başka değilsiniz. Âdem'i düşünün, kendinizi düşünün, ne olduğunuza karar verin. İki ayağı üzerine kalkmış düşünen hayvanlıkla kimseye bir fayda falan yok!


İctimâiyat, varlık, maksat, İbn Rüşd vs... Hem Kant'ın baktığı yeri, hem Efendimiz'in işâret buyurdukları bakışı bilmek sizin aslî ve mecbûrî yükümlülüğünüzdür (*). Ben batı felsefesi okuyan bir talebeniz olaydım sizi takmazdım. Eğer bir kaç sene içinde memlekette bir profun karşısında söz söylemeye başlamayacak, "O öyle değil güzelim!" demeyecekseniz size tavsiyem özel sektörde keyfinize bakın ve "herkes" gibi olun. Ama size teklif edilen "erkes" olmaktır (Teklîf, mükellef...?) (Bu, atanın, devlette çalışın demek değil, öyle bir fâhiş hatâyı bırakın.)

İstanbul, adamı kirletmez, insân eder. Fakat ne siz, ne rûhunuz, ne zihniniz oradasınız!

Âyette îkâz edildiğiniz üzere "oyun, oynaşta" görünüyorsunuz.

Siz bilirsiniz, vesselâm.

[* "Hem Kant'ın baktığı yeri, hem Efendimiz'in işâret buyurdukları bakışı bilmek sizin aslî ve mecbûrî yükümlülüğünüzdür .

Bu cümle, maksadı ifâde sadedinde bu sırayla kurulmuş idi lâkin sıralama öyle olamaz. Anlayan beri gele.]

Gitmek lâzım, biliyorum.

 "Bazen gitmek istiyorum..." Sık sık ölmek ister oldum. Sık sık gitmek istiyorum. Özellikle "modern insandan" gitmek ist...